17 Haziran 2014 Salı

AHHH ORADA BENDE OLSAYDIM...

Bazı yerler vardır hani görür görmez burada olsam diye can atarsınız. Kimisi masmavi bir sonsuzluğu tattırır size, kimisi doğanın güzelliğini sunar. Sanki dünyanın bir parçası değildir orası. Bambaşka bir zamana aittir sanki. İşte onlardan birkaçı..






BİLİMİN GELDİĞİ SON NOKTA:BAKTERİLERDEN PORTRELER YAPMAK

Bilim; ucu bucağı olmayan çok yönlü bir dünya...Bu çok yönlü dünyada benim ilgimi en fazla bilimin sanatsal boyutu etkiliyor sanırım. İşte buna güzel bir örnek...
Her şeyden portre yapmanın mümkün olduğu günümüzde, bakterileri sanat uğruna kullanan mikrobiyolog  Zachary Copher, lise yıllarında kariyerinin bilimde gizli olduğunu keşfediyor. Bilimin derinliklerinde raks eden Copher, işinin sanatsal yönünü fark ediyor. Zachary Copher çalışması ile ilgili olarak “Mikroorganizmalarla görünür, insanların hoşuna gidebilecek sanatsal projeler yaratmak beni büyülüyor" diyor.




































Sanatçı, önce bakterileri bir alana yerleştiriyor, zamanla onların büyüdükçe ve çoğaldıkça bir portreye dönüşmesini sağlıyor. Eğer bu fikir kafanıza yatmadıysa komedyen Stephen Fry’ın portresinin nasıl oluştuğunu buradan izleyebilirsiniz

14 Haziran 2014 Cumartesi

La La La - Naughty Boy ft. Sam Smith (Violin & Piano Cover)




Hep yabancılar mı güzel cover yapacaklar? Bu şarkıyı bir de böyle dinleyin... 3 ü de Türk ve bence mükemmel olmuş:)

Mutsuzluğumu yeterince hak etmek için geri döndüm ve kilometrelerce yürüdüm...

Mutsuzluğumu hak etmek için geri döndüm ve kilometrelerce yürüdüm...Demiş şair Cemal Süreyya...Hepimizin başına gelmiştir ya hani az çok. Ucundan kıyısından da olsa böyle düşünmüşüzdür belki. Kimi zaman iyi niyetimizin kurbanı olmuşuzdur fazlaca, kimi zaman iç sesimizle içimizdeki o sonsuz yola bakıp geride bıraktıklarımız ya da bırakmaya çabaladıklarımız üzerinde tartışmışızdır, kimi zaman da geride bırakamadıklarımızı ucundan tutup gün yüzüne çıkarmışızdır. Geride bırakılamayacak hiçbir şey yoktur aslında bakıldığında, her şey az çok unutulur zamanın karanlığında. Ama  mutlaka hafızamızın bir köşesinde yer edinmiştir bazı şeyler; mutsuzluklarımız, hayal kırıklıklarımız. Üstelik geçmişi sürekli anmaya meraklıysak, anıları beraberimizde yaşatıyorsak işte o zaman üzüntü de karamsarlık da beraberinde gelmiş oluyor.

İnsanoğlu mutsuzluğu hiç bir zaman hak etmediğini düşünen ve mutsuz olması durumunda bunu başka şeylere bağlayan bir varlık. Elbette ki hepimiz her türlü mutluluğu tatmak istiyoruz, yine insanoğlu doğası gereği buna aç ve muhtaç. Ancak bu dünya zıtlıkların dünyası. Nasıl ki mutluluk varsa ve her insan bunu yaşayabiliyorsa, yaşadığımız mutsuzluklarda oldukça olağan olmalı. Bu bizim bakış açımızla şekilleniyor aslında. Yapacağımız şey her ne kadar mutsuz olursak olalım, dünyada bizi daha mutsuz edebilecek şeyler olduğunu hatırlayabilmemiz ve içinde bulunduğumuz durum ne denli kötü olursa olsun buna olan inancımızı kaybetmememiz. Unutmayalım ki hiçbir şey bizden, sağlığımızdan ve sevdiklerimizden daha değerli değil..
      

11 Haziran 2014 Çarşamba

Karneni Göster, Kitabını Al! - Türkiye İş Bankası Reklamı - Cem Yılmaz 2...




               Geçenlerde televizyonda gördüğüm ve görünce işte bu!:) dediğim birkaç senedir de aşina olduğum şu reklam o kadar güzel bir şeyi hedefliyor ki...Bir cümleyle ifade edilebilecek cinsten hem de; Türkiye kocaman bir kütüphane olsun...Evet, bir çocuk uçsuz bucaksız kocaman bir dünya demek aslında. Bu kocaman dünyaya da kocaman bir kütüphane gerek:) Umarım bundan sonra böyle güzel hedefler böyle güzel kampanyalarla birleşir hep...

1 Haziran 2014 Pazar

BEYNİNİ KULLAN...



 

      Beyin; evrendeki en karmaşık olan ama müthiş bir işleyişe sahip olan nesne. Öyle ki beynimizdeki nöron sayısı ile Samanyolu Galaksisi'ndeki yıldız sayısının hemen hemen eşit olduğu söylenmekte.Her zaman araştırmalara konu olmuş, merak edilmiş fakat hala tam anlamı ile sırrı ve işleyişi çözülememiş olan bu mükemmel organı konu alan çok sayıda makale okudum ve az çok herkesin de vakıf olduğu bilgilere sahibim. Ancak şimdi beynin işleyişinden çok, Beynimizi nasıl etkin kullanabiliriz?, Uygulanabilecek basit yöntem ve teknikler var mıdır? sorularını irdeleyelim...

Öğrenmeyi kalıcı yapan, bilginin anlam kazanması ve gerektiğinde kullanılmasında en önemli etken hafızamızdır. Bu noktada beyin gücümüzü keşfederek, saklı olan bir takım potansiyelleri ortaya çıkarmak bizim elimizde. Şimdi Dünya Hafıza Şampiyonu Melik Duyar'ın sözlerine kulak verelim;

Melik Duyar, hafızayı daha iyi çalıştırmak için 3 ana unsura dikkat edilmesi gerektiğini söyler.Melik Duyar, aslında özel bir insan olmadığını, sadece beynini daha etkili kullanmayı bildiğini ifade ederek, “Hafızamızı daha iyi çalıştırmak ve gördüğümüzü veya okuduğumuzu bir daha unutmamak için 3 ana unsura dikkat etmeliyiz. Bunlardan birincisi: Orta beyindeki Hipocampus’u harekete geçirebilmek. Buna şöyle bir örnek verebiliriz. Mesela 20 gün önce yediğiniz bir yemeği çoğunuz hatırlayamazsınız. Çünkü rutin bir yemekti. Üzerinden sadece 20 gün geçmesine rağmen duygular harekete geçmediği için unutulabiliyor. Oysa üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen, başımızdan geçen üzücü bir olayı unutamıyoruz. Çünkü bu olayda duygular harekete geçiyor ve orta beyindeki Hipocampus’u çalıştırıyor. Olayda duygu varsa hafıza kaydediyor, yoksa kaydetmiyor. Yani bir olayı unutmak istemiyorsak, duygularımızı harekete geçirmeliyiz” dedi.
Hafızayı daha iyi kullanmanın ikinci önemli unsurunun, beynin sağ ve sol tarafını dengeli kullanmak olduğunun altını çizen Melik Duyar, “1982 yılına kadar bilim adamları, beynin çapraz olarak çalıştığını düşünürlerdi. Yani bir insanın beyninin sol tarafı hasar görmüşse sağ tarafına, sağ tarafı hasar görmüşse, sol tarafına felç gelirdi. Ama bu yılda, bir Amerikalı askerin beyninin sol tarafı hasar görmesine rağmen hem sağa, hem de sol tarafına felç geldi. Bilim adamları, bu olaydan sonra beynin iki tarafının da farklı çalıştığını öğrendiler. Beynin sol tarafı: Matematik, mantık, kelimeler, konuşma, lineer de çok iyiyken, sağ tarafı ise renkler, şekil, boyut, hayal gücü, düşünme de daha etkilidir. Bu iki tarafı ne kadar dengeli kullanırsak, o kadar başarılı oluruz” şeklinde konuştu.
Bilgiler arasındaki ilişkilerin daha iyi kurulabildiği takdirde, hafızanın daha etkili kullanılabileceğini ifade eden Duyar, “Bir insanın beyin hücresindeki ağlar ne kadar çok ise, o insan o kadar çok şey biliyor demektir. Bunu sağlamanın tek yolu da, bilgiler arasında ilişkiler kurmaktır. Mesela Einstein ve normal bir insanın beyni incelendiğinde, Einstein’ın beyninin örümcek ağı gibi olduğu, normal bir insanda ise bu ağların daha az olduğu görülmüştür. Buna da şöyle bir örnek verebiliriz: Ağrı Dağı’nın yüksekliğini hepimiz bilemeyebiliriz. Ama size Orta Anadolu’dan, mesela Niğde’den Kars’a doğru giderek Ağrı Dağı’na ulaşabilirsiniz desem ve Niğde ile Kars’ın plakalarını birleştirin desem bu, Ağrı Dağı’nın yüksekliği olan 5136′yı gösterir. İşte bu bilgiler arasında kurulan bir ilişkidir ve kolay kolay unutulmaz. Bazen bir ilişki kuramamak da, bir ilişkidir” diye konuştu.
Bizde günlük hayatta uygulayabileceğimiz basit yöntemlerle hafızamızı güçlendirebiliriz.
  • İnsan beyninin ayaktayken %10 daha fazla çalıştığı tahmin edilmekte. Ayrıca diğer ortamlara oranla açık hava da insan beyninin çalışma hızının arttığı yerlerden.
  • Yabancı bir dil öğrenmek ve ezber beyni güçlendiriyor. Her gün bir kaç yabancı ya da yerli bir kelime öğrenebilir veya kullanabilirsiniz. Sözlük okumak, alışveriş listesi ezberlemek yada telefon rehberindeki numaraları ezberlemek yapılabilecek aktivitelerden.
  • Zihinsel rutinlerinizi kırın. Bazen telefonu sol elinize tutun, çantanızı diğer elinizle taşıyın, evinize başka bir yoldan gidin.
  • Zihinsel jimnastik yapın. Başta sudoku olmak üzere bulamacalar çözün. satranç gibi akıl oyunları oynayın.
  • Entelektüel damak zevkinizi geliştirmek adına her gün mutlaka iyi bir özdeyiş antolojisinden bir kaç cümle okuyun. Beyninizi güzel cümlelerle besleyin.
  • Her gün bir süre sevdiğiniz müziği gözleriniz kapalı dinleyin.
  • Günde zihnimizden en az 60 bin ile 80 bin arası düşünce geçer. Bu düşünceler ne hakkında ise hayatımız ona göre şekillenir. Unutmayın en çok neyi düşünürseniz hayatınızda onu çoğaltırsınız.
  • İyi bir uyku beyin için olmazsa olmazdır.Çok uyuyorum diye üzülmeyin, Einstein'in günlük 10 saatten fazla uyuduğu bilinmekte.
  • Bol ve temiz birinci el oksijen çok önemlidir. Odanızın penceresini açarak kendinize bol bol oksijen ısmarlayın.
  • Farklı düşünme tarzları beyni geliştirir. Çocuklar ve hayvanlarla daha fazla vakit geçirin. Sizden farklı düşünen insanlarla konuşun.
  • Kullanılmayan organ körelir. Sürekli TV izleyerek beyninizi düşük seviyede çalıştırmayın. Beyninizin sınırlarını zorlamayan etkinlikler beyninizi geliştirmez.
  • Beyin 'garbage in garbage out' mekanizması ile çalışır. Yani bunun Türkçesi 'beyninize çöp girerse beyninizden çöp çıkar. Beyninize ne verirseniz beyniniz size onu verir. Bu yüzden kafa konforunuzu bozacak verileri beyninize almayın.
  • Beynin en tehlikeli yanı ters çaba kuralına göre çalıştığı anlardır. Başınıza gelmesinden en çok korktuğunuz şeye odaklanırsanız beyin onu size çeker. Bu yüzden hep başınıza gelmesini istediğiniz iyi şeylere odaklanın.
  • Beyin kas sistemi ile değil elektokimyasal reaksiyonlarla çalıştığı için fiziksel anlamda yorulmaz. beyni yoran en önemli şey monotonluktur. Hayatınızı ne kadar renklendirirseniz, beyni o kadar neşelendirirsiniz.
  • Ders çalışırken ilk öğrenilenler, son öğrenilenler ile aralarda geçip sık tekrarlananlar ve ilginç bulunanlar ne çok akılda kalanlardır. Bu yüzden dersleri kısa aralıklarla çalışmak oldukça akıllı bir harekettir. 
  • Beyin analizde tıkandığında örneklerle akıl yürütür. Sizde kararsız kaldığınız durumlarda varsayımsal akıl yürütebilirsiniz.
  • Beyninizin arama motorlarına sizi başarıya taşıyacak sorular sorun.
  • Kitap okumak güçlü bir beyin jimnastiğidir. Zihinsel adeleleri üst düzeyde çalıştırır.
  • Fiziksel zindelik zihinsel zindeliği de beraberinde getirir. Bu yüzden egzersiz ve spor yapmaya, yediklerinize dikkat edin.
Son olarak unutmayalım ki; beynimizi nasıl daha etkin kullanırız sorusuna cevap verecek olan yine beynimizdir...

31 Mayıs 2014 Cumartesi

DEFALARCA İZLEYEBİLİRİM...










Dün bayağı önceden izlediğim bir filmi yeniden izledim ve tekrar kendi kendime 'Bu mühtiş ötesi bir film yahu' dedim durdum...Hangi filmden mi bahsediyorum? Bahsettiğim film 'The Children Of Huang-shi..

Tarih 1938. Mekan Japonya'nın işgali altındaki Çin. İngiliz gazeteci George Hogg, bir Kızıl Haç görevlisi gibi davranarak Çin'e ulaşıyor, amacı orada yaşananları fotoğraflamak. O esnada Japon askerler tarafından yakalanıyor ve idam edilmek üzere iken Çinli bir komünist tarafından kurtarılıyor. İkili arasında kurulan dostluk Hogg'un daha sonra 60 yetim çocuk ile çıkacağı zorlu yolculuğa önayak oluyor. Film George Hogg'un gerçek yaşam hikayesine dayanmakta...

Filmin gerçek bir hikayeye dayandığını öğrendiğimde kilitlenip kalmıştım öylece...Bunu filmin sonunda tahmin ettim. Filmin sonunda konuşan George Hogg'un sahiplendiği o Çinli yetim çocuklar bugünün ihtiyarları olarak karşımıza çıkıyorlar, o günün tanıkları olarak Hogg'a şükranlarını sunuyorlar. Yani film son dakikasında sizi tam anlamı ile ele geçirmiş oluyor. Az bilinen bir savaşın ve uzak bir coğrafyanın bu denli gerçekçi ve tüm çıplaklığı ile ele alınması, bir de bu olaya kolay kolay görülemeyecek Çin manzaraları katılınca etki büyüyor. Başrol oyuncularının yanı sıra Çinli küçük çocukların oyunculukları da göz dolduran cinsten.

Film sade konusuyla, her şeyi olduğu gibi anlatmasıyla ve müzikleri ile de sizi sarıyor. Savaşın yıkıcı etkileri tek bir insanın gözünden anlatılmış. Hogg'un yetimhaneye geldikten sonraki manevi değişimi ve çocukları katliamdan kurtarmak için gösterdiği üstün çaba insanı hayrete ve hayranlığa sürüklüyor. Filmin ucuna Hogg'un kadın kahraman hemşire Lee ile yaşadığı aşk hikayesi de iliştirilmiş.

Savaşın aksiyon kısmının arkasında kalan yaşamı ele alan ve öğretici olduğuna inandığım bu filmi izlemenizi tavsiye ederim...

26 Mayıs 2014 Pazartesi

Bazı şiirler vardır hani, sizi alır başka dünyalara götürür ya...İşte onlardan birisi defalarca okuduğum...

Aşktan N'anlarsınız Bayım

Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Alt katında uyumayı bir ranzanın
üst katında çocukluğum...
Kağıttan gemiler yaptım kalbimden
Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı.
Aşk diyorsunuz,
limanı olanın aşkı olmaz ki bayım!
Allahla samimi oldum geçen üç yıl boyunca
Havı dökülmüş yerlerine yüzümün
Büyük bir aşk yamadım
Hayır
Yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bayım
Gözyaşlarım bitse tesbih tanelerim vardı
Tesbih tanelerim bitse gözyaşlarım...
Aşk diyorsunuz ya
Ben istemenin Allahını bilirim bayım!
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Balkona yorgun çamaşırlar asmayı
Ki uçlarından çile damlardı.
Güneşte nane kurutmayı...
Ben acılarımın başını
evcimen telaşlarla okşadım bayım.
Bir pardesüm bile oldu
içinde kaybolduğum...
İnsan kaybolmayı ister mi?
Ben istedim işte bayım.
Uzaklara gittim
Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin,
uzaklar seni ister
Bak uzaklar da aşktan anlar bayım!
Süt içtim acım hafiflesin diye
Çikolata yedim bir köşeye çekilip,
zehrimi alsın diye...
Sizin hiç bilmediğiniz, bilmeyeceğiniz
ilahiler öğrendim.
Siz zehir nedir bilmezsiniz
Zehir aşkı bilir oysa bayım!
Ben işte Miraç gecelerinde,
Bir peygamberin kanatlarında teselli aradım
Birlikte yere inebileceğim bir dost aradım
uyuyan ve acılı yüzünde kardeşimin
bir şiir aradım...
Geçen üç yıl boyunca
Yüzü dövmeli kadınların yüzünde yüzümü aradım
ülkem olmayan ülkemi
kayboluşumu aradım.
Bulmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm...
Bi ters bi yüz kazaklar ördüm
Haroşa bir hayat bırakmak için
Bırakmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm...
Kimi gün öylesine yalnızdım
Derdimi annemin fotoğrafına anlattım
Annem
Ki beyaz bir kadındır, ölüsünü şiirle yıkadım...
Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım
Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Acının ortasında acısız olmayı
Kalbim ucu kararmış bir kaşık gibiydi bayım
Kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım...
Aşk diyorsunuz ya
İşte orda durun bayım
Islak, unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım,
kendimin ucunda
öyle ıslak,
öyle kötü kokan,
yırtık ve perişan...
Siz aşkı ne bilirsiniz bayım
Aşkı aşk bilir yalnız...
                                                                                    DİDEM MADAK

25 Mayıs 2014 Pazar

PARDON AMA SİZ BAŞKA NE İŞE YARARSINIZ Kİ?

 

              Dün oldukça talihsiz bir olay yaşadık, korktuk, panikledik...Deprem gerçeği ile bir daha, yeniden yüzleştik. Geçmişte büyük acılar yaşadık, evet, ama bu gerçeği kabullenmek ve onunla yaşayabilmek önemli olan...Onunla yaşayabilmek derken neyi kastediyorum?

 

             Şöyle ki; bu doğal afet sadece başımıza geldiğinde bir süre hafızalarımızdan çıkmayan ama daha sonra çabucak unutulacak türden bir mesele değil öncelikle. Her yönden uzun vadeli önlemler almayı gerektiriyor. Gerek konutları depreme uygun bir biçimde yapılandırmak, gerek altyapı sorunlarını çözümlemek, gerek insanları bu konuda en üst düzeyde bilinçlendirmek...Ama burada bir nokta daha var ki diğer önlemler ve düzenlemeler kadar önemliliği tartışılır...Bahsettiğim nokta iletişim...

 

             Böyle durumlarda insanlar o ilk şoku atlattıktan sonra hemen sevdiklerinin, yakınlarının iyi olup olmadıklarını merak edip telefona sarılır. Ama dün gördük ki bizim o büyük! GSM operatörleri bu sınavı hakkıyla veremedi.Reklamlarda alt yapıdan bahsederler, dağda bayırda ve aklınıza gelebilecek bilumum yerlerde kesintisiz çekim gücü olduğunu söylerler, söylerler, söylerler...Kısacası; ama ben o anda sevdiklerime ulaşamayacaksam, pardon ama siz başka ne işe yararsınız ki???

22 Mayıs 2014 Perşembe


 

BELKİ "PEKİ" BİZİM "SONSUZA DEK" İMİZ OLUR...

        Az önce bitirdiğim bu kitap hakkında sayısız methiyeler düzebilirim.Ancak tek söyleyebileceğim şey, bir solukta okuduğum ve okuduğum her dakika gözümün kenarında biriken bir damla yaşın her seferinde beni şaşırtmadan kendini bırakıvermesidir.Evet, ne yalan söyleyeyim beni ağlatabilen kitapları garip bir biçimde seviyorum.Tıpkı bu kitap gibi...Çevirdiğim her bir sayfada beni neyin beklediğini kestiremedim. "Daha fazla mı ağlayacağım acaba?, "Yoksa bu iki insan hayatın acımasızlığını yenerek hayalini kurdukları yaşama kavuşabilecekler mi?" dedim, durdum.Ama sonu istediğim gibi bitmedi maalesef.Zaten hangi kitabın sonu istediğimiz gibi biter ki, değil mi?...Yazarın karakterler yolu ile olsa da kitapta bahsi geçen "Görkemli Izdırap"ın sonunu eleştirmesi, benim "Hah, bu demek oluyor ki hikayenin sonunda kime, ne olacak hepsini ayrıntılı bir biçimde öğreneceğiz." dememe sebep olmuştu.Ama Hazel'e tam olarak ne olduğunu öğrenememem beni yaraladı sayın John Green, bilin istedim:)...Fakat kitabı kapattığım anda, bu kadar içten duygular barındıran ve hayata dair fark edemediğimiz küçücük kıpırtıları hissettirebilen bir hikayeye tanık olduğum için kızgınlığım hemen geçti:)...Neyse okumanızı tavsiye ettiğim bu kitap hakkında lafı çok uzatmayayım ve sanırım onu en iyi özetleyen bir kaç cümleyle sözlerime son vereyim;Yıldızların hastalık ile sağlık, ölüm ile yaşam arasına çektiği ince çizgide gidip gelen iki gencin, sayılı günlerinde sonsuzluğu bulma çabası...

 

10 Mayıs 2014 Cumartesi

SEVİYORUM KIZ SENİ...



 

           Evet, yarın anneler günü...Her ne kadar yaşadığımız şu dönem itibari ile böyle sembolik günleri çokça kutlasak da bende(bayağı klasik olacak lakin)annelere gösterilecek sevginin, bir güne sığdırılmaması fikrini savunmaktayım.Düşünün ki o; sizi ömrü boyunca karşılıksız sevebilecek birkaç kişiden en değerlisi.İşte bu yüzdendir ki sevgili annem; beni en iyi şekilde yetiştirmek adına çabaladığın için, ilkokulda bıkmadan usanmadan kitaplarımı kapladığın için:) ve en önemlisi beni sevdiğini hissettirdiğin için minnettarım sana...

5 Mayıs 2014 Pazartesi

BİRAZ GERÇEKÇİ OLURSAK...


                                                                                        

             Bu tuhaf bir döngü...Hayatımızdan birtakım şeyler hızla kayıp giderken,zaman da sanki bunlara yetişmeye çalışırcasına koşmakta.Hayatın telaşına kapılıp da göz ardı edilen,önemsizmişcesine hayatımızda yer kaplayan meseleler aslında zamanın çağrışımı ile bize kendini hatırlatıyor.Bu aşamadaki en büyük korkumuz, "Yerinde Sayma" olsa gerek."Yaaa o kadar zaman geçmiş mi üzerinden?,"Biz neredeydik,nereye gittik?......."Ne kadar yol aldık?" sorusuna,"Dirhem kadar yol alamamışız meğer" cevabını veriyorsak,bu durum daha en başta canımızı sıkmaya yetebilir.Oysaki emek verdiğimizi,çabaladığımızı düşünürüz ve ardından eksiklikleri eşeleyerek gün yüzüne çıkarmaya çalışırız.Burada ilk olarak başkasını suçlamak geçici bir ferahlık verebilir,evet belki de gerçekten suçlu olan karşımızdaki insandır,kabul.Ancak o geçici ferahlık diğer boyutu görmemize engel olur.Bahsedilen diğer boyut şudur ki;Ya biz ona bu suçu işleyecek fırsatı kendi ellerimizle sunmuşsak??İşte bu yüzleşmenin taa kendisidir:)İlk başta kabullenmesi biraz zor geliyor ama en azından kendi açımızdan birşeyleri sonuca vardırabilmek adına mükemmel bir adım:)